20 May 2012

HER SECIS BIR VAZGECIS

 Yol ayrımındayım,kendimi bulmakta zorluk çektiğim,ne yapmak istediğime karar veremediğim en belirsiz zamanlar yaşıyorum. Her an her yerde her şeyde olmak elbette ki imkansız. Farkındayım.. Ama azgın ruhumuzun kanatları hop oraya hop buraya çarpıp duruyor. Aklım mı kalbim mi , mantık mı duygu mu yönetsin bilemedim gitti. Aynı şeyi yaşamış olmamız önemli değil seninle. Ama senin de tam olarak bunu hissettiğin zamanlar oldu buna eminim.. Çünkü hayat bu.. En geniş perspektiften baktığında diyorsun ki pragmatik ol hatta hedonist! Çünkü bidahamıgelicezdünyaya mantığıyla yaptıklarından zevk almak ve mutlu olmakla ne yapman gerektiği , uzun vadeli mantıksal planlar arasındaki çelişki zorluyor seni.Tek dileğim bu süreçte vicdanımı kaybetmeden en doğru ve sağduyulu kararı vermek.Sabır en önemli erdem hepimize gereken.Çünkü çoğu zaman keşke zamanı birkaç ay ileri alıp görebilsem mantığıyla aceleci davranıp yanlış kararların bedellerini ödüyoruz.Göz önünde bulundurmamız gereken en önemli unsur ise; HER SEÇİŞİN BİR VAZGEÇİŞ OLDUĞU. İnsanoğlu kaybolanın yerini yenisiyle doldurabilir mi , asla. Ama elde ettiğinden daha farklı bir zevk almaya bakabilir kanımca. Tercihlerimizi ve kararlarımızı hep olası diğer ihtimalleri kaybetmek üzerine veriyoruz.İşte bu yüzden benim gibi yol ayrımında olanlar için kaybedicekleriyle kazanacaklarını nicelik olarak değil, nitelik olarak kefelere koyup ölçmesi gerekiyor bence.Bu noktada tanrı hepimize yardım etsin.

HERKESİN BİR DON JUANI VAR




  Aşk ne sorunsallı şey a dostlar.. Kendi içinde paradokslarını besleyen dünyanın en mutlu insanı gibi hissettiren bu his, en tatlı karın ağrılarıyla sevinç kelebeklerini uçuştururken yüreğinizde bir anda tepetaklak edebiliyor tüm hayatınızı.. 
 Öyle ki seven de sevilen de kazık yemiş ömründe bir kez.Acısını kimi içinde yaşayıp olgunlukla yoluna devam ederken kimi başkasının canını yakmakta.En azılı hovardaların,kazanovaların davranışsal sebepleri incelendiğinde ne gönül yaraları çıkıyor belli değil.
  Tüm bunları bana düşündürtense Oyun Atölyesinde Haluk Bilginer'i başrolünde izlediğim Don Juan'ın Gecesiydi.Evlilikte ufak tefek cinayetler oyununun da yazarı Eric-Emmanuel Schmidt tarafından kaleme alınmış oyun Don Juan hakkında üretilen çifte teorinin modern bir uyarlaması. Don Juan aslında aşka mı aşıktı, aşık olduğu her kadında gerçekten sevilecek bir yön buluyor muydu? Yoksa tüm bunlar geçmişten gelen bir intikam duygusunun esintileri miydi? 
  Don Juanlar tanıyoruz biz de hayatta, her gün milyon kere aşık olduğunu söyleyen gönül hırsızları..Bizim gibi bağlanmaktan üzüntü çekmiş duygusal yengeçlerin en zayıf noktası.Evrenle bu kişiler arasında kozmik bir bağ olduğu kesin,nitekim bu kişileri aşk acısı çekerken görmezsiniz.Hep mutludurlar ya da mutluluk maskeleri onların ayrılmaz parçasıdır artık.
 Bu oyunun yazarı da aşkla evren arasındaki ilişkiyi sorgulamış.Aşk ne isterse evren ona verir. Nitekim aşık olan insan hep daha fazla daha fazla sevmek ister,bu mutluluk bulutunun içinde yuvarlanmak en büyük coşkusudur, özgürce, kendini bilmeden..
  Don Juan'ın kadınların kimi sevimsiz özelliklerinden intikam almak amaçlı mı yoksa her çiçeğin balından ayrı bir zevk aldığı için mi böyle davrandığı bilinmez ama oyunun en sonda sağ gösterip sol vurduğu kesin.

 Aşkın ve cinselliğin doğasının apaçık işlendiği Don Juan'ın Gecesi bir Testesteron ya da Sheakspeare Müzikali kadar etkilemese de sorgulattı, düşündürttü beni aşk ve kadın-erkeğin aşka bakışındaki farklılıklar üzerine.Tavsiye ederim.

ÇERÇEVENİN ARDINDAKİ GİZ






  Van Gogh'un Çerçeve Yok İçindesin isimli üç boyutlu sergisi İstanbul'da büyük yankı uyandırdı.Tüm sanatseverler özellikle Van Gogh aşıkları son güne kadar İstanbul Modern'i doldurmuştu.Tabi ki Van Gogh'un dehasını tartışacak , resimlerini yorumlayacak kişi ben değilim.. Sadece ben tablolarının yanısıra barkovizyonda yansıtılan ünlü ressamın bazı sözlerini not aldım. Gerçekten üstüne düşünülmesi gereken, anlamı derinlerde saklı sözlerdi bunlar.

Sadece düştüğümde yeniden ayağa kalkarım.


Sıkıntıdan öleceğime tutkudan ölmeyi tercih ederim.


Büyük şeyler, birçok küçük şey biraraya getirilerek yapılır.


Bu sözler beni en çok derinden vuranlardı elbette. Van Gogh'un bir manik depresif olduğunu bilmiyordum.Manik depresifler kimi zaman coşkun mani nöbetleri geçirip mutluluk sarhoşu olurken kimi zaman içinde yaşadığı acılara dayanamayacak kadar ağır acıların ızdırabında kıvranırlar..Kulaklarını kesebilecek kadar..Van Gogh'un çağının böylesine ötelerine hükmetmiş, yüreğinin bir yanı katıksız bir hümanist bir yanı ölesiye acıperest bu ressamın tutkularının ve direncinin kimi zaman doğaya olarak tutkusunun , ayçiçeği aşkının, insan sevdasının yansımasıydı bu tablolar.

En sevdiklerimden birkaçını sizlerle paylaşmak istedim.. Özellikle starry night ve almond blossoms favorilerim..


GERÇEK KRALİÇE



 

  Geçtiğimiz günlerde Yıldız Kenter'in bu sezonki oyunu Kraliçe Lear'ı ''son gösteriminde'' izleme şansını elde ettim. Eugene Stickland'in Kral Lear'dan esinlenerek yazdığı, ömrünün son demlerine hayata meydan okuyan ama kimi zaman çaresizliklere düşüp pes etme eşiğine gelen yaşlı bir oyuncu kadın (Yıldız Kenter) ve ona çalıştığı Kral Lear'ın provalarında ezber yardımı veren küçük kızın (Sedef Şahin) yüzlerimizi tatlı tatlı gülümseten hikayesini anlatıyor.Oyunun üçüncü kişisi ise diyaloglara  dahil olmayan ancak oyunla bir bütün halinde kulaklarımıza bir ziyafet çektiren çellist Feride Berin Varol.
  Oyun tek perdeden oluşuyor ve sakin, doğal ve bir o kadar canlı tavrıyla su gibi akıp gidiyor. Hele ki büyük ustayı daha önce seyretmemişseniz hayran kalmamanız olası bile değil. İlerlemiş yaşına rağmen, gözlerimizi kırpmadan izlettiren oyunculuğu, asaleti, zarafeti, saçlarının beni benden alan yumuşaklığı ve daha nicesi beni Yıldız Kenter'e aşık etti.Böyle bir enerji yok kah orda kah burda, inanamayacaksınız ama amuda bile kalkıyor.Genç oyunculara parmak ısırtan bir ustalık ve mükkemmellikti onunkisi.

  Oyun günümüze başarıyla uyarlanmış ve modern çağın cilvelerini öyle tatlı bir dille vermiş ki kahkahalarınızı tutamıyorsunuz.Tabi bu noktada telefon bağımlısı olmuş,her şeyden bir haber laylaylom yaşayan biz gençliğin hazin durumunu en iyi şekilde gözler önüne seren Sedef Şahin'in oyunculuğu da takdire şayandı

  Eğer bu oyunu tek cümleyle anlatmam gerekirse; oyunun galasında yazar Eugene Stickland'in Kenter'e söylediği ''Bu oyunu adeta sizin için yazmışım.'' sözü bence her şeyi anlatmaya yetiyor.Bu sezon son kez oynandığını duyduğum Kraliçe Lear eğer önümüzdeki sezon devam ederse mutlaka gitmelisiniz.

LIOR- I'LL FORGET YOU



Hani bazı şarkılar vardır, sabahlara kadar dinlerseniz ı ıh.. doyamazsınız.. Avustralyalı Lior'un I will forget you isimli şarkısı işte bu favorilerimden. Neden bu kadar çok sevdiğimin sebebi sanırım kullandığı enstrümanlar ve gırtlak nameleri..Özellikle kendine has üslubu bizim oryantel esintilerimizi barındırdığı için bayıldım.

BİR İZLANDA ESİNTİSİ



Of Monsters and Men, dinlediğim bir grup değildi ama bu klibi bir arkadaş tavsiyesi üzerine izledim ve hoşuma gitti. Klip siyah beyaz olmasına rağmen renkli,sevimli bir imaj bırakıyor ama bu yine de garip bir hüzün hissiyatına da sahip olmadığınız anlamına gelmiyor.İzlandalı bir indie grup olan Of Monsters and Men soğuk iklimlerde sıkıntı çeken, özlem duyanların acılarını fantastik bir dille anlatan bir grup, bu klip de izlenmeye değer..

THE DEARS - OMEGA DOG



Ben bu 6 güzel insanı geç keşfetmişim affola.. 1996'da Kanada'da kurulmuş, pop desem pop değil melankoli desem melankoli değil ,tumturaklı, isyanlı, sessiz ağıtlarla örülü, nameleri içinizi iç eden öyle güzel şarkıları var ki yolda tam ses açmış yürürken sokağın ortasında bağırasım geliyor. Bu yaz konsere doyamayan İstanbul 12 Temmuz'da İstanbul Modernde Caz Festivali dahilinde ağırlıyor. Eğer The Dearsla hiç tanışmamışsanız bu dramatik ve teatral ezgiler taşıyan grubun No Cities Left ve Gang Of Losers albümlerini dinlemeniz sevmeniz için yeterli olacaktır.

Benim en sevdiğim şarkılarıysa Omega Dog.Umarım beğenirsiniz.

THE DEARS KONSERİ
YER:İSTANBUL MODERN
TARİH:12 TEMMUZ
SAAT:21.00
EN UCUZ FİYAT:ÖĞRENCİYE 34TL

SONUNDA GELİYORLAR




Evet 8 Eylül'de geliyorlar. Sonunda geliyorlar.. Çoğumuzun yıllardır hayalini kurduğu konser Santral İstanbul'da gerçekleşiyor. 1. Kategori biletleri çoktan tükenmiş bile..
Ben de elimi çabuk tutup hemen biletimi alayım diyorum Rhcp için.

Burada paylaşmak istediğim şarkılarıysa ben kariyerlerinin top noktasında ürettikleri Californication'dı. Playstation oyunu formatında çekilmiş ilk 3d kliplerinden olan klip ödül de almıştı. Californication; içinde barındırdığı California - fornication= yani aşksız yapılan seks ve çapraşık ilişkilerin merkezi California'ya yapılmış usta kinaye özellikle son yıllardaki yozlaşmayı çok iyi yansıtıyor bence.Ben bu şarkıyı lisede anlamlandırmadan severek dinlerdim. Bu bahsettiklerimi hepiniz belki de biliyorsunuz ancak benim için şarkının yıllar sonra daha çok anlam kazanmasıydı, kendi hayatımla bütünleştirmemdi belki de. RHCP benim için daha bir özel oldu belki de..

Şimdi bir kez de siz bu açıdan bakıp dinleyin,daha anlamlı gelecektir eminim..

AĞZININ TADINI BİLENLERE #1





Geçenlerde aralarında bir Adanalı, bir Çanakkaleli, bir İstanbullu ve 2 İzmitlinin bulunduğu bir arkadaş grubu olarak ciğerciye gidelim dedik! Hepimizi buluşturan ortak noktamız ise Güneydoğu'ya has damak tadımızın olmasıydı.Nitekim ciğer diyince hepsinin gözler açıldı :)) Önceden dost meclisinde aldığım bir tavsiye üzerine Asmalımescit'te de bir şubeleri bulunan Canım Ciğerim-İlhan Usta'ya gittik. Sipariş vermemizle masayı donatmaları bir oldu,ağız yakmayan acısı kıvamında domatesi bol acılı ezmeyle açılışı yaptık, ardından gelen sumak, soğan karışımı, közlenmiş domatesi ve soğanı cabasıydı.. Zaten biz ciğerlerimiz gelmeden doymuştuk. Ben 1 porsiyon ciğer yedim, sıcak lavaşa sarılmış, bol yeşillikli ciğerin tadıysa ''mamamiyyyaaaaa'' dedirten cinstendi. Açıkçası ömrümde çok az yerde böyle güzel ciğer yedim. Herkes ciğeri sevmez çünkü ciğerin kendine has bir tadı vardır, beni de çok yediğimde bayabiliyor. Ama ben inanıyorum ki Canım Ciğerim'in ciğeri pek çok insana ciğeri sevdirir. Çünkü İlhan Usta'nın yıllardan beri alışılagelmiş bir sırrı olsa gerek eti kıyır kıyır yumuşacıktı, ağızda dağılıyor denir ya , hah tam olarak öyleydi işte!

Ciğerlerimizin ardından pek methini duyduğum Kerebiç tatlısı yedik. Kerebiç içi adeta içli köfte mantığıyla yapılan, epey kuru, şerbetini dışındaki traş köpüğü kıvamındaki (nitekim sabun tozuna benzeyen çöven isimli bir maddeden yapılıyormuş) sosundan alan, bol fıstıklı cevizli bir Hatay tatlısı. Belki de yüksek beklentiyle gittiğimden ben tatlıyı pek beğenmedim. Arkadaşım ise bunu Hatay'da asıl yerinde yediğini alakası olmadığını orda denesem çok sevebileceğimi söyledi.

Tüm bu yediğimizin içtiğimizin ardından bizler şok içinde karınlarımız tok,ağzımız soğan kokmuş,mideler şiş ama bir o kadar mutlu ayrıldık Canim Ciğerim'den böyle bir ziyafetin üstüne verdiğimiz fiyat ise İstanbul koşullarında gayet iyiydi : 20 TL !

PS: Aramızda bir Adanalı var demiştim, Ecenaz'ın tüm bu ziyafete tepkisi iyiydi hoştu ama dediği önemli bir şey vardı ki ''Siz bi Adana'ya gelin, sabah öğle akşam 3 öğün kebaba doyacaksınız..'' E benim canıma minnet zaten, Adana-Antep mutfağına bayılırım. Gidenler, deneyenler bilir ki Adana esnafı pek bir bonkörmüş mezeler, porsiyonlar konusunda.. Ee bunu kaçırmak olmaz. Biz de rotamızı eylül gibi Adana'ya çevirdik. Gider gitmez oradan da izlenimlerimi yazacağım :)

LA VITA E BELLA



    Beni en çok etkileyen sahnedir İtalyan oyuncu Roberto Benigni’nin yönetmenliğini de üstlendiği 1997 yapımı Hayat Güzeldir ( La Vita e Bella ) filminin şu sahnesi : Nazi subayı Aushwitz’deki toplama kampının bir koğuşuna girer. ‘’Aranızda Almanca bilen var mı?’’ diye sorar. Bir çevirmene ihtiyacı vardır. Almancadan bir haber gözüpek Guido öne atılır. Her şeyden habersiz oğlu Giosue ise şaşkındır.Gözleri faltaşı gibi açılmış oyunun kurallarını dinlemekte, büyük ödülün hayalini kurmaktadır. İşte tam bu noktada hikayenin en can alıcı mesajı veriliyodur filmde. İnsanlar savaşır, milletler birbirinden nefret eder. Fakat hiçbir şey, her şeyden habersiz bir çocuğun katıksız masumiyetinden daha önemli ve değerli değildir. Guido İtalyan kökenli Yahudi bir garsondur, bir kitapçı dükkanı açmak istemektedir. Elinde öyle dünyaları değiştirebilecek gücü yoktur. Karşılıksız verdiği sevgisinden başka..Hayat Güzeldir filmi bir babanın, oğlunun bembeyaz dünyasını, büyük insanların, büyük acımasızlıkların lekelerinden nasıl korumaya çalıştığının en güzel örneğidir. Film boyunca küçük Goisue’nin en ufak yara almadan kurtulması için debelenen fedakar bir babanın toplama kamplarının ağır şartlarının gölgesinde , duygusal bir o kadar sevimli mücadelesine tanık oluyoruz. Yahudi soykırımını anlatan birçok film çekildi.Hiçbirisi savaşın o çetin yüzünü göstermeksizin bu kadar yalın ama dokunaklı olmamıştı. Annelerden sabun yapılmakta,babalar kurşuna dizilmektedir. Goisue ise bunu, her şeyin büyük yarışın sonundaki tankı kazanmak için yapılan bir oyun olduğunu zannedip herkesten çok güvendiği babasının talimatlarını yerine getirmektedir.Kimi zaman yatağında, kimi zaman tenekelerde saatlerce saklanır,bekler.. Her şey bin puan daha fazla kazanabilmek içindir onun dünyasında. Filmde es geçilmemesi gereken birçok enstantane daha var. Guido’nun ’’Yahudiler ve Köpekler Giremez’’ tabelasını Goisue’ya açıkladığı sahne bunlardan sadece biri. Hepsi de puzzle’ın parçalarını birleştirdiğinizde size ırkçılığın ve savaşın anlamsızlığını hatta bir çocuğun oynadığı oyuncak araba kazanmak için verdiği bir yarışın, bir saklambacın bile büyüklerin dünyasındaki korkunç oyunlardan daha anlamlı ve mantıklı olduğunu gözler önüne seriyor. Filmi bitirdiğinizde ardında bıraktığı genel izlenim Yahudi bir adamın oğlu için gösterdiği müthiş bir cesaret ve bu cesaretin aldırdığı hayranlık uyandırıcı risklerdir. Bu sahnede de Guido’nun ölümü göze alıp sırf çocuğunu bu savaşın aslında bir oyun olduğuna inandırmak için subayın yanına düşünmeden çıkması bu riskin ispatı. Hayat güzeldir, sizi bir yandan gözyaşlarına boğarken bir yandan Guido’nun ince nükteleri ve zekice sözleriyle sizi gülümsetiyor.Bu yüzden tadına daha iyi varabilmek için tekrar tekrar izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.



                    
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...