22 Şub 2012

Chanel'i Nasıl Bilirdiniz?



  Chanel'i hepimiz dünyaca ünlü klasik modanın lideri Fransız markası olarak biliyoruz degil mi? Maskülen tasarımları, dudak uçuklatan fiyatları , özellikle de sayısız taklidiyle. Şimdi size anlatacağım hikaye tüm bu şaşanın perde arkası olacak.Biyografik filmlere olan merakım hat safhada bilen bilir.Yine bunlardan birini izledim geçenlerde : Coco Anvant Chanel. 2009 yapımı Fransız filmi.Senaryo, Edmonde Charles'ın aynı isimli kitabından uyarlama.Yönetmenliğini Anne Fontaine'in üstlendiği filmin başrolünde Amelie filmiyle hafızalarımıza kazınan Audrey Tautou var.Filmin konusuysa kült olmuş bir markanın yaratım süreci ve öncesi... Şapka tasarımcısı bir babanın kızı olan Chanel'in ailesini kaybetmesiyle başlayan sürecin, 12 yaşında manastıra girmesine ve devamında kabare sanatçılığına kadar uzanan öyküsünü anlatıyor.Chanel hayata karşı geliştirdiği kimi zaman alaycı koruma kalkanıyla, elinden düşürmediği sigarasıyla bizlere acıların içinde beslenip büyümüş küçük kızın büyük dünyasını açık seçik ortaya döküyor.Kabarelerde söylediği meşhur Coco şarkısıyla edindiği Coco lakabı adeta gerçek ismi oluyor.Ve bir gösteri esnasında onu izlemeye gelen varlıklı subay Etienne Balsan ile tanışmasıyla hayatında bir dönüm noktası yaratıyor.Eline geçen fırsatları en iyi ve doğru şekilde değerlendirmesiyle birçok bayanın hayranlığını kazandığı karakter, kendini avare hayatların içinde okumaya ve daha çok okumaya vererek en güçlü şekilde hayatta duruyor.

Filmin ara kesitlerinde çocuksu kimliğiyle yüzümüzde bir gülümseme de yaratmayı başarıyor hani Coco.Giderek içinde kaybolmaktan korktuğu hayatın içinde çevresindeki zengin ama boş güruhun içinde giderek kaybolduğunu hisseden Coco, en büyük sığınağına yeteneğine sığınıyor.Bulduğu her parça kumaştan kendine şapkalar,düz sadece,maskülen elbiseler dikmeye başlıyor.Tüm o astarlı ve kabarık balo kıyafetleri içindeki onlarca kadının içinden kendi yarattığı sade ama bir o kadar da çekici tavrıyla Arthur Edward Capel'in gözdesi oluyor elbette.Filmin asıl düğümlenmeleri bu noktadan sonra başıyor zaten.Aralarında yaşanan büyük fırtınalı aşk,devamında Coco'nun aldığı riskler ve ilk modaevini açmasına kadar varan süreçte birçok varlıklı ailenin gözbebeği moda tasarımcısı oluyor.Kimsenin hayal bile edemeyeceği uzun,sade siyah elbiseler,bincir çeşit şapkalar,uzun etekler ve astarsız elbiseleri dikerek çığır açıyor.Dahası hiçbir bayanın pantolon giymeye cesaret dahi edemediği dönemde pantolonu bayanların gardrobuna sokuyor.

Tüm bu şan şöhretin içinde aradığı aşkı devamlı hale getirememenin acısı içinde kıvranan Coco,Arthur'u bir trafik kazasında kaybediyor.Belki de bu hayatının en büyük trajedisi oluyor onun için.Filmin devamında ise Coco'yu artık dünyaca ünlü,defileleri ilgiyle izlenen büyük bir modacı olarak görüyoruz.

Coco Chanel hayatı boyunca birçok kadına iddialı duruş ve hayata karşı takındığı güçlü tavrıyla ilham vermiş.Birçok erkeğin yüreğini sadece cesareti ve masum bakışlarıyla fethetmiş ve onların ilham perisi olmuştu.Böylesi büyük başarıların perde arkasında yaşanan kayıp hayatlar benim oldum olası ilgimi çekmiştir.Şmdi Chanel'in yıllardır çizgisini hiç değiştirmeme sebebini,tasarımlarındaki maskülen ama bir o kadar sağlam duruşu çok iyi anlıyorum.Chanel'in tasarımlarındaki her bir çizgi Coco'un çalkantılı yaşamının ruhundaki izdüşümlerini yansıtıyor bence.






21 Şub 2012

Bir Oscar Adayı: Senden Bana Kalan



Ödül alır mı almaz mı bilemem ama bu yıl çok konuşulacağını düşündüğüm bir film.Senden Bana Kalan (The Descendants).Hikaye başladığında "Oo, ağır bir film geliyor"diye beklediğim ancak sonunda kendimi hiç de salya sümük bulmadığım bir film oldu The Descendants.Her ne kadar arka sıralardan kendi gözyaşında boğulmasından şüphelendiğim izleyiciler olsa da bunu onların derin hassasiyetine veriyorum.Keza, böylesi dramatik bir hikayeye mizah öğeleri o kadar yerinde ve güzel yedirilmiş ki filmi sınıflandırmak neredeyse imkansız.

Eşini bir tekne kazası sonrası kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan,aristokrat bir ailenin varisi Matt King'in; eşinin koma sürecinde kızlarıyla olan yeniden yakınlaşma öyküsünü tatlı tatlı,göze batırmadan,acıtasyondan tamamen kaçınarak vermeyi çok iyi başarmış Alexander Payne.Özellikle böylesi filmlerde alışılmış olanın aksine olaylar çoğu zaman hiç de beklediğiniz gibi gitmiyor.Klişelikten uzak olay örgüsü böylece sizi daha bir sarıyor.

Oyunculuklara gelince George Clooney'i hep o karizmatik rollerinde görmeye alışık olduğumdan başta çok garipsesem de aldatılmış erkeğin şaşkoloz tavrını, o parmakarası terlikleriyle şıpıdık şıpıdık koşarken sergilediği oyunculuk benim için bir filme bedeldi zaten.Tabii ki onun oyunculuğunu bir tek bu kalıba sığdırmak haksızlık olurdu.Bir babanın içinde bulunduğu zor durumları en yerinde mimik ve tonlamarla veren Clooney'in kimi zaman çaresiz kaldığı, kimi zamansa kendi içinde geçirdiği büyük değişimler geçirdiği hallerini yansıtışını çok beğendim. Clooney'in küçük kızını oynayan Amara Miller'ın yeni jenerasyonu bu kadar iyi sergilemesi de takdire değer kesinlikle.

Ben film ile ilgili çok fazla spoiler vermek istemiyorum.Zaten 5 daldaki adaylığı ortada.Sonuç ne olursa olsun, arşivinizde yer alması gereken bir film Senden Bana Kalan. Her şeyden önce bu film "farklı". Konu size çok tekdüze ve sıradan gelse de (ki başta ben de bu  yanılgıya düştüm) konunun anlatılışı,yönetmenin marifetleri izlenmeye değiyor. İf İstanbul kapsamında da pek çok yerde gösterime giren Senden Bana Kalan'ı Oscar'dan önce tarafsız bir gözle izleyin derim.

If İstanbul Heyecanı

Efendim bildiğiniz üzere If İstanbul 16 Şubat itibariyle start aldı.Ben de görsel ve ruhani açlığımı filmlere girip çıkarak doyuruyorum.İlk izlediğim film Kids Stories idi.Yapımını yönetimini Fransız yönetmen Siegfried'in üstlendiği Kids Stories yani Çocuk Masalları öyle içinizi ısıtacak cinsten çocuklara anlatılan masallardan değil.Bu adeta bir çocuğun gözlerinden dünyaya odaklanmış,bir çocuğun yüreğinden,beyninden geçenlerin en saf yansıması.

Film iki ayrı hikayeden oluşuyor.İlk hikayemiz Hindistan topraklarından küçük Kabil'in hikayesi.Ödevini yapmadığı için öğretmeninden azar işiten Kabil'in eve dönme korkusuyla şekillenen, bu korku üzerine kendi dünyasında yarattığı , sokaklara adanmış iki günlük özgürlüğün hikayesi onunkisi. Bir Bengalli çocuğun gözünden Hindistan'daki içler acısı yaşam şartları ne demek, o şartların karmaşası içinde kurulan tertemiz hayaller ne demek çok iyi anlayabiliyorsunuz.Kabil'in en büyük ve belki de tek hayali sevdiği kızı Paris'e götürmek.Cebinde kalmış son 300 rupeesini de bu uğurda haracayacak kadar cesur ve gönlü geniş.Hikayenin sonundaysa kimse ne Paris'e gidiyor ne de bir şey değişiyor.Zaten değişmesini beklemek de hata olurdu.Bağımsız filmler festivali olarak hayatın en sert halini en gerçek şekilde dile getirmelerini bekliyorduk zaten.Yine de filmin 15.dk'sında "Bu ne ya.." diyip ayrılanlar konuyu özümsemekten tamamen uzaklardı bence.Neyse, 2. hikayemiz ise Kazak topraklarında geçiyor. Annesinin küçük kahramanı Altınbek'in bozkır topraklarında verdiği abi olma mücadelesi ve içinde kıvrandığı masum aşkın derinliğini gözlüyoruz Altınbek'te.Hikayeyle ilgili en ilgimi çeken ayrıntı ise olayın tamamen bizim atalarımızın göç ettiği topraklarda Kazak Türkleri'nin arasında geçmesi.Konuşmaları o denli Türkçe'ye benziyor ki.Kimi yerde gülmekten kendinizi alamıyorsunuz.Mesela bir karakterin adı Dosunjan'dı.Altınbek'in de zamanla dilimize Altınbilek olarak yerleştiğini düşünüyorum ben :) Altınbek ile ilgili ayrıntılı gözlem yaptığınızda ise hep Türk toplumuna atfedilen o "ataerkil" düzenin nasıl yerleştiğini anlayabiliyorsunuz.Altınbek sadece kendi kardeşinin değil kendinden küçük her çocuğun,küçük kızların hatta annesinin dahi koruyucusu durumunda.

Sonuçlandırmam gerekirse Çocuk Masalları gerçekten izlenmesi gereken,bir seferde kolayca akan bir film.Yetişkinlerin dünyasını bir de çocukların penceresinden izlemek isteyenlere duyrulur.


Viyana'dan Bir Tat: Sachertorte

  Tatlı severlerin çok ilgisini çekeceğini düşündüğüm bir lezzetle karşınızdayım.Sachertorte nam-ı diğer Zaherturta.

  1800'lerin başında Klemens von Metternich Prensi, Avrupalı elit konukları için vereceği davette özel bir tatlı yapılmasını emreder.Ve uyarır "Beni bir aptal gibi göstermeyin." Böylesi önemli bir görevin kaderinin 16 yaşındaki Franz Sacher'e verilmesi de bir o kadar manidardı.İşin gizemi ise tarifta saklıydı.Sacher'in kendi emeğiyle ürettiği bu spesiyal damaklarda unutulmaz tatlar bırakmıştı.İşte bu tatlı Sachertorte'den başkası değildi.

  İlk kez Hotel Sacher'de yapılan bu tatlı şimdi Viyana'nın hemen hemen tüm pastanelerinde satılmasına rağmen en özel ve güzelinin Hotel Sacher'de yapıldığı söyleniyor.Orijinal Sachertorte 5 Euro'dan başlarken bu fiyat 2.5 Euroya kadar düşebiliyor.



  Tarifin gizeminden bahsedecek olacak olursam, aslında oldukça acı bir sosa sahip Sachertorte.Hatta ufak bir parçasında bile çikolata delilerini bastırmaya yetiyor.Yine de içindeki meyve parçacıkları (portakal ya da kayısı oluyor genelde) nayhoşluğu arttırıyor.Ve Sachertorte meraklıları da bu tatlının en iyi acı kahveyle gittiğinin altını çiziyor.




  Sachertorte Türkiye'de Dr.Oetker ürünleri adı altında dahi satılsa bile kesinlikle Viyana'daki tadının alınmayacağından eminim.Size önerim Viyana'ya yolunuz düşerse bu fırsatı kaçırmamanız...

19 Şub 2012

Dior'un Yeni Yüzleri

o la la !! Bir koku bir insanı ne kadar değiştirebilir bunu hepimiz biliyoruz. Koku çoğu zaman bir parfümden fazlası, insanın teniyle uyumunu , tutkuyu temsil ediyor adeta. Bu fikirle yola çıkan büyük firmalar bu seneki en iddialı parfümlerinde büyük isimlerle çalışıyor. Bunlardan ilki Charlize Theron.Dior'un Jadore'unda bir kuğu misali süzülen,adeta şişenin içinden süzülen bir peri masalı gibi akıyor podyumda..



                                         

Dior'un bir başka iddialı kokusu şüphesiz Miss Cherie. Natalie Portman da o kadar uygun bir isim olmuş ki.Black Swan'deki süzülüşlerinden esinlenilmiş olsa gerek,çiçeklerle taçlandırılmış pozları, özellikle de Miss Cherie'nin ferah,yasemin çiçekli özlerinin temsilini bu iç açıcı bahçede çok güzel temsil etmişler doğrusu.

                                          




Grammy Ödül Töreni

Geç kalmış Grammy yazısıdır bu.Grammy'de yılın şarkısı Rolling In The Deep, en iyi solo Someone Like You,yılın albümü 21 başta olmak üzere altı dalda kucakladı ödülü Adele.Sanatçının tek başına sesiyle bütün sahneyi adamakıllı dolduracağının en büyük kanıtıymışçasına hastalık filan dinlemeden çıktı aslanlar gibi söyledi şarkısına Adele.Her ne kadar sevgilime vakit ayıracağını söylese de sanatçı için böyle bir bahane olduğunu düşünmüyorum.En yakın zamanda iyileşip döner umarım.Ne de olsa hepimizin nezdinde Amy'nin mirasçısıydı o bir nevi.

Bir de acıklı yaşam öyküsü derinden etkiliyor insanı.Babası tarafından küçük yaşta terk edilen Adele,bir daha onu asla affetmeyeceğini söylüyor. Bu şarkıdaki derin acı da zaten tek başına bir aşk acısı olamazdı herhalde.

                     
                                          



En iyi sanatçı ödülünün sahibiyse Bon Iverdi.Beni dinginleştiren bir şarkısını da aşağıda paylaşıyorum.


                                                

 Yılın en iyi düeti Tony Bennet ile Amy Winehouse'un Body And Soul parçasıydı.Şarkının Winehouse önceki stüdyo kayıtlarından oluşan klibi..

                                          

 Katy Perry'nin şarkılarından oluşturduğu kolajı sergilediği performansı da takdire değerdi doğrusu. Özellikle marjinal kıyafeti ve fantastik saç makyaj uyumu göz kamaştırdı.





Taylor Swift ise Mean isimli şarkısıyla kimi çevrelerce garipsense de Country dalında ödülü kaptı.

                                          






Chris Brown Fame albümüyle en iyi R&B albüm ödülünü aldı.Şimdi size bir dedikodu: Daha önce mahkeme kararıyla Rihanna'ya belli bir mesafeden yakına yaklaşamayan Chris Brown'ın geceye Rihanna'dan özel izin alarak geldiği söyleniyor.Dahası, ikilinin provalar esnasında kuliste 4-5 saat başbaşa kalıp sohbet ettiği söyleniyor!







Lady Antebellum  Own The Night albümü ile country dalında en iyi albüm ödülünü kazandı.Ellen'daki We Owned The Night performansını da bu vesileyle çok seveceğinizi düşünüyorum.
       
                                          


 Ve benim için gecenin en iyi performansı..Rihanna&Coldplay düeti princess of china!

                                         

     Tüm bunların dışında Grammy'nin bana kazandırdığı yeni şarkılar yeni tatlar da olmadı değil.En iyi rock şarkısı ve albümü dallarında ödüle layık görülen Foo Fighters'tan Walk bunların başını çekiyor.Kanye West'in My Beautiful Dark Twisted Fantasy albümü,Jay-Z, Kanye West'in Otis düeti de bunlardan benim için.Bunlardan biri de Is This Love coverı.Carrine Bailey söylüyor.

   Ve işte size geceden birkaç anektod.Nicki Minaj'ın her zamanki sıradışı kıyafeti,Lady Gaga'nın Whitney Houston için son anda katran karasına döndürdüğü kostümü ve tabi ki gecenin adandığı Whitney Houston için Jennifer Hudson'ın müthiş performansı. Grammy ile ilgili benden bu kadar. Geceden en çok gözüme çarpanları elimden geldiğince sizlere aktarmaya çalıştım.Keyifli seyirler..











17 Şub 2012

Bir Kez De Onun İçin Dinleyin

                                    

Herkesin dediklerini tekrarlamak değil amacım elbette.Ölmeden önce güçlü sesi dışında aman aman bir hayranlık da beslemediğim bir sanatçıydı Whitney Houston.Ne zaman öldü,ne zaman ki yazıldı çizildi hakkında.Ne zaman ki resimlerinden oluşan RIP videoları dönmeye başladı, işte o zaman trajik öyküsü de beni yakından sarstı.Amy Wİnehouse'tan pek de bir farkı yoktu hikaye olarak bu kimsenin üstesinden gelemediği şarkıları layığıyla söyleyen diva yorumcunun.Ne yazık ki hayatta hiçbir şey tam olmuyor.Kumarda kaybeden aşkta kazanır hesabı.Böylesi bir güzellik,star ışığı,muazzam ses bir insanda çok nadir toplanırdı.Ama huzuru yoktu işte bir kere.Ne evliliği mutlu etti onu ne herkesin hüngür şakırt ağladığı şarkılarda hep bahsettiği o aşkı yaşayabildi gönlünce.Gözlerindeki sebepsiz hüznün gizemi çözüldü belki de.Ve sonunda dendiği gibi o da dayanamadı.Göçtü gitti 48'inde.Gencecik yaşında.Bir yaşam bir insanı bu kadar mı yaralardı? Bu kadar mı acı verici,kıvrandırıcı bir hastalıktı bu şöhret.Belki de materyal dünyanın içinde kaybettiğin tüm o maneviyat hissini şarkılarında aramıştı.Şarkılarını dillendirirken kendinden geçmesi bu yüzdendi.Şimdi ne desek boş.En klişe ama benim sabahlara kadar izlesem doyamayacağım,Kevin Costner ile başrolleri paylaştıkları meşhur Bodyguard filminden oluşan I Will Always Love You'yu bir kez de Whitney için dinleyin...Sadece onun için

16 Şub 2012

Louis Vuitton Spring/Summer 2012 Full Show | EXCLUSIVE | HQ

                      


                     

Eşsiz,renkli ve bir o kadar iddialı.Louis Vuitton'ın 2012 ilkbahar/yaz Marc Jacobs imzalı koleksiyonunu daha doğru tarif edecek başka sözcük yoktur herhalde.Bebe yakanın özellikle hakim olduğu desenli ve daha çok sarı,uçuk mavi tonlarının yer aldığı koleksiyon Louis Vuitton'ın o hep bildiğimiz ağır imajından fazlasıyla sıyrıldığının bir göstergesi.Reklam çekiminde kullanılan Frappicinolar,duru güzellikte ve çocuksu saflıktaki modeller de bunun kanıtı bence.Hele ki Paris Moda Haftasının kapanış defilesinde atlı karınca gösterisiyle izleyicileri uğrattığı şaşkınlık anlatılamazdı doğrusu.Defilenin en sonunda beyazlar içinde süzülen Kate Moss da başlı başına konuşulmaya değiyordu.İşte tüm bunlar ve daha fazlası için videoları izlemenizde fayda var :) Eminim Louis Vuitton'ın bu bebeksi masumiyetinden de kendinizi alamayacaksınız:)

İyi seyirler.

Ah Şu Çikolata!

14 Şubat'ta ne yapsak ne etsek derken ne zamandır istediğimiz "fırsat" ayağımıza gelmişti.Bir çikolata kursu! Bundan daha iyisi olabilir miydi?! Tek ihtiyacımız olan şey fazlasıyla mutluluk hormonundan başka bir şey değildi elbette. Biz de düştük yollara. Atölye Ful'de bulduk kendimizi. Hocamız Ful Hanım bir anne.Aynı zamanda Haliç Üniversitesi Aşçılık bölümünde okuyor,kendini geliştirmeye oldukça açık anlayacağınız. Bize hem çok faydalı bilgiler edindiren kursta cidden çok samimi üç dolu saat geçirdik. Çikolata nazlı yarimmiş.Hem sıcaktan hem soğuktan fazlasıyla etkilenirmiş.Hassas davranılmalıymış. Falan filan... Biz üç tip çikolata yaptık o gün: İçi dolgulu fındıklı çikolata, Roches, Truffle. Şimdi sizlerle elbette ki hem hünerli ellerimizin mucizelerini fotoğraflarıyla paylaşmak hem de edindiğim bilgileri sizlere aktarmak istiyorum.

  İçi Dolgulu Fındıklı Çikolata

 Kursumuza ilk etapta içi dolgulu çikolatayla başlıyoruz. Ana malzememiz saf çikolata özü.Bunu Eminönün'de Kurukahveci Mehmet Efendi'nin bulunduğu sokakta birçok pastacıdan temin edebilirsiniz. Hocamızın dediğine göre Türk çikolata markalarından kalitesiyle başı çeken öncelikle Lider, daha sonra Mablen imiş.Bu öze "kuvertür" deniyor ve kuvertürün içindeki kakao oranı değiştikçe bitterlik durumu değişiyor. Gelelim içi dolgulu çikolataya. Öncelikle kuvertür halinde normal bir tencere içinde ve ateş üzerinde eritmemizin son derece yanlış olduğunu öğreniyoruz. Temperleme denen çikolata eritme işlemi oldukça hassas bir işlem.Bir tava ya da tencere içine koyduğunuz çikolatayı o tavanın içinde olduğu içi tava seviyesinden altta olacak şekilde su ile dolmuş bir başka tencerinin altını yakarak eritiyorsunuz.Buradaki amaç ise buharda eritmeyi sağlamak. Temperleme dediğimiz eritme işlemi oldukça önemli.Burada bir dipnot: Eğer temperlediğiniz çikolatayı o gün kullanmadıysanız ertesi gün temperlenmemiş çikolatayla karıştıracaksanız mutlaka yeniden eritmeye tabii tutmanız gerekiyormuş! Temperleme işleminden sonrası haliyle basit.Temperlediğimiz çikolatayı kalıplara döküyoruz.Ancak içine başka bir madde ekleyeceksek ki biz fındık ekledik,yarıya kadar dolduruyoruz.Fındığımızı da ekledikten sonra kalıbımızın ağız seviyesine kadar eşit düzeyde yaydığımız çikolatayı tam yerine oturması için kalıbımızı iki elle yere paralel şekilde sertçe masaya atıyoruz.Böylece kalıp tam oturmuş oluyor.En son ise spatulayla fazlalıkları sıyırıp buzdolabında bekletmeniz yeterli. Dipnot:İçi akışkan çikolata elde etmek için buzdolabına verdikten 10dk sonra kalıbı çıkarıp boşaltmanız gerekiyor.Boşaltılmış haliyle tekrar dolaba koyduğumuz çikolata haliyle daha katılaşmış oluyor aynı işlemi iki kere uyguladığımızda dış yüzey sert iç yüzey ergin bir halde oluyor.








İçi doldulu fındıklı çikolatan bir sonraki durağımız Fransız harikası Truffle'lerdi.Truffle pandispanya ile yapılan bir nevi kek topları.Pandispanyayı ufaladığınız kalıba bir paked kremayı da dökünce "ganaj" denen karışımı elde ediyoruz ve bu ganaj annelerimizin bizleri kandırdığının (!) aksine hakiki mozaik pastanın öz haliymiş.Buna petibör bisküvi ufalayınca mozaik pasta oluyormuş. Neyse efendim konusumuza dönecek olursak ganajı isterseniz tarçın ve kuru üzümle karıştırın ister bu haliyle kalsın (ki biz iki türlü de yaptık) en son buzdolabına koyup soğutuyoruz.Yeterli kıvama geldikten sonra ellerimizde toplar haline getirip keyfe göre hindistan cevizi yahut kakaoya buluyoruz.Afiyetle yiyiyoruz.



Son ve bence en lezzetli tarif, pastanelerde yemeye doyamadığımız Roches. Yapımı ise oldukça basit.Temperlediğimiz çikolata karışımını mısır gevreği ve fındıkla karıştırıyoruz.Bulamacı ellerimizde dilediğimiz gibi şekillendirip bir karton üzerinde dolaba veriyoruz.Geriye tadını çıkarması kalıyor :)






Evet biz belki de sevgililer gününde yapılması en makul şeylerden birini yaptık.İki dostun sıcaklığını çikolata tadında erittik.Atöyle Ful'deki ana-kız da bir o kadar samimiydi.Şiddetle öneririm,hem bir kez gittiniz mi sizi networklerine ekliyorlar ve diğer kurslarına da indirimli katılıyorsunuz.

Son dipnot: Normalde tüm bu yaptığımız çikolataların en az 7-8 saat beklemesi gerekiyor hatta Roches'un,Truffle'ın bir gecesi var.Ancak biz kısıtlandırılmış vakitte olduğumuz için kısa sürede şiddetli soğutmuşuz.Bunun sebebi kendi yaptığımız bireysel çikolatanın miktar olarak az olduğundan ve çabuk tüketileceğinden.Normalde bu kadar ani sıcaklık değişimine uğrattığımız çikolata hemen tüketilmezse yağlarına ve katmanlarına ayrılmak suretiyle dağılabiliyor,rengi değişebiliyormuş.Evde denemek isteyenler için,bilginize...

THE PLATTERS - ONLY YOU



Size en son ne zaman "Only youuuuu..." dedi.İnanılmaz sevimli bir video.1955'lerin popüler soul grubu The Platterstan sizler için gelsin..

Jan Pehchan Ho - Mohammed Rafi, Gumnaam Song




Dünyaca ünlü Hollandalı bira markası Heineken ilginç bir uygulama başlattı.14 Şubat için sevdiceğiniz için twitter ve ya facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinden hazırlayacağınız videolarla hem kendi celebrity'sini arttırmak hem de tüketicileriyle daha sıcak ve kalıcı bağlar kurmak istedi.Bu amaçla da Hindistan'ın Erol Büyükburç'u kabul edilen Mohammed Rafi'nin Jan Pehchan Ho şarkısını Serenade şeklinde hazırlama uygulaması başlattı.

Ben bu şarkıyı Ghost World filminde orijinal haliyle izlemiş ve bayılmıştım.İçinizi kıpır kıpır eden bir şarkı adeta.Burada da hem orijinal halini hem de komik suratlı tombik amcanın sevdiceğiniz için hazırlayacağı Serenade videosunu ekliyorum.Uygulamaya facebook üzerinden kolayca ulaşabilirsiniz.


15 Şub 2012

Aşk Ne Demek,Aşktan Yanmak Ne Demek?!

gecenin bu saati olmuş.bir iç dökme bir haykırış ki sorma gitsin.ne noktalama işaretleri umrumda ne yazım hataları bu sefer.ne seninle bir mesafem var ne de bir o kadar bensin.oku.sen de benimle aynı yalnızlığı soluyosan,kendini buluyosan,anlıyosan...uzaktaysan ama bi o kadar yakınsan.. aşkı düşünüyorum 02.16'da.arkadaşlığı düşünüyorum 02.16'da.annem babam kardeşim canımın içi ya bileklerime kazıdığım kadar.bambaşka insanı baştacı etmek neyin nesi yahu?birini karşılıksız sevmek de ne demek.daha doğrusu karşılık beklemeden.öylesine hesapsızca.ben çook derine inip düşündüğümde tek bulduğum,tek içinden çıktığım şey şu ki :EGO. evet,hepimiz kocamaan bi ego hapsinin içinde kavruluyoruz.sevilmek istiyoruz.düşünülmek.kafamızda kurguluyoruz hayali bir "beyazatlıprens" o olsun istiyoruz her tanıdığımız,fırsat vermiyoruz ki sevebilelim.fırsat vermiyorum ki değer verenin değeri bilinsin.öyle benciliz işte öyle kötüyüz işte.hamurumuzda var bu.sadece sev beni sev sev sev istiyosun.ama senin istediğin şekilde.belki hırpalasın ağır abi seviyosan.belki serbest takılsın özgürlüğüne düşkünsen.öyle ya da böyle.onun seni nasıl ne yönde ne şekilde seveceğine de karar veremezsin ya be kadın!bırak iyiyse iyidir,bozma.birak sadeyse sadedir süsleme.bırak rahat bırak! arkadaşını şekillendirme,fikir verme,hayat kat ama fikir katma.duygu kat.gülücük kat,gözyaşı kat ama tartışma.senin onu konumlandırdığın şekilde konumlandırmasını bekleme.seni konumlandırdığı şekilde kabullen işte.doğadaki varlığını böyle sev kabullen,sevgilinin seni sevdiği şekilde kabullen,arkadaşının seni aradığı şekilde kabullen.egoyam mağlup olma.kulak asma kimseye.ona buna şuna ayşe teyzeye nurcan yengeye.bırak bu kenar mahalle ayağını işte.kendi bildiğin şekilde yaşa da göresin.bağımlığından kurtul ki özgürleş.şartlama ki mutlu ol.büyük isteme ki hayal kırıklığına uğrama.dünyanı küçült ki gün geçtikçe büyüsün.o büyüsün ki emeğin senin mutlu etsin.dünyanı kucaklayamazsın melisa,dünyandan bir parça alırsın avucuna,bakarsın tadına sonra geri koyarsın kum misali.sonra yenisini alırsın bir avuç daha sonra bir avuç yeni bir daha...hepsini tadarsın bağımlığından kurtulduğunda.hiçbir adreste ikamet etmeksizin,hükümsüzce...ne dünyayı kucaklayabilirsin,ne de tepesine çıkabilirsin tamamen,yoksa devrilir,düşer,yok olursun... desem de sen hep aynısın aslında.ben hep aynıyım.ego hep aynı işte

12 Şub 2012

!Fuerza Bruta!

Şimdi sıkı durun,arkanıza yaslanın ve nefes kesen bir şova hazır olun.Size imkansız nedir tanımayan,dünyada belki de tek "sahnedekinin izleyicisinden daha çok keyif aldığı" bir gösteriyi sunacağım.

İsimleri Fuerza Bruta.Türkçesi vahşi güç.Buenos Aires çıkışlı bu dans&akrobasi gösteri grubu daha önce denenmemişi deniyor.Postmodern bir tarzda seyirciyle tek nefes  bir atmosferde,suda dansın,şeffaflığın,tiyatronun,dansın en güzel birleşimini ve büyük bir coşkunun timsalini gözlüyorsunuz onlarda. İlk kez remi olarak "De La Guarda" gösterileriyle çıkan bu grup o zamanlar daha küçük mekanlarda interaktif bir şekilde seyirciyi öperek,kulağını yalayıp,gösteri sonunda Dj eşliğinde seyircilerin üzerinde patlattıkları su balonlarıyla büyük ün topladı.Şimdilerde ise; Broadway başta olmak üzere Rusya'daki 2009 Eurovision finaline varana kadar dünyadaki birçok ben de buradayım diyen tüm arenalarda kendini gösterdi,büyük alkış topladı.Ama onların alkıştan öte elde ettikleri şey seyircinin gözlerinde yakaladıkları samimi gülüş ve hayranlık dolu bakışlardı.Seyirci üstündeki şeffaf platform üzerinde oradan buraya atlayıp zıplayan üstelik bunu da en estetik şekilde gerçekleştiren dansçıların her bir savruluşuyla mest oluyor,gösteri sonuna doğru aşağıya doğru eğilen platformda onlara dokunmak için can atıyor.O kadar enerjik bir ekiple karşı karşıya kalıyorsunuz ki bir yanınızdan koşmaktan yorulmak nedir bilmeyen sonsuzluğa tırmanan beyaz ceketli bir kadın çıkarken birkaç dakika sonra müthiş bir ışık hüzmesiyle bütünleşmiş yıldız şeklindeki bir grup zarif akrobat gözlerinizi kamaştırabiliyor.

Onlar kendilerini "Brutally Happy" mottosuyla tanıtıyor.360 derecelik büyük bir deneyime sahip olacağımızı belirtiyorlar.Her ne kadar bu gösteride yer alabilmek için çok büyük bir yetenek gerekmediği,her yaşta insanın rahatlıkla yapılabileceğini söyleseler de ben onların tevazusu olduğunu düşünüyorum.Nitekim çok büyük bir çalışma ve azmin ürünü olduğu ortada.Grup 2007'den beri New York'ta sahne alıyor.Ve New York'un best show ever'ı olarak tanımlanıyor.Gelmiş geçmiş en iyi şovu yani.Buenos Aires başta olmak üzere,Londra,Edinburgh,Berlin,Lisbon gibi dünyanın çeşitli yerlerinde sahne alan grup.De La Guarda haliyle 2006 yılında Turkcell sponsorluğunda Parkormana gelmiş olsa da ben Fuerza Brutayı Türkiye'de ya da dünyanın başka bir yerinde izlemezsem gözüm açık giderim!

Biraz olsun fikir sahibi olabilmeniz için dünyanın çeşitli yerlerinden gösterilerinin olduğu birkaç video ekliyorum.Eminim hoşunuza gidecektir!

Tanrılar Okulu


Son zamanlarda kuantum,gerçeklik,paralel evren,benlik&senlik tartışmaları giderek çoğaldı.Nedir tüm bunlar,millet neyle kafayı bozmuş abicim derken tesadüfen elime aldığım (aslında konusunu çok farklı beklemiştim) Tanrılar Okulu beni bir nevi bozguna uğrattı.Öğretisini,felsefesini benimsedim mi diye sorarsınız hayır diyebilirim,ben yine aynı Melisa olarak yoluma devam ediyorum.Planlarıyla yaşayan,iyiyi de çirkini de hayırlıyı da kötülüğü de Tanrı'dan bekleyen,tevekkülü ders bilmiş,annelerimizin bizlere bu topraklarda öğrettiği belki de "at gözlüğü" bilinciyle devam ediyorum.Belki de bu yüzden hiçbir zaman evreni avucumun içi gibi bilemeyeceğim.Kaybeden olmaktan vazgeçemeyeceğim,kim bilir?
Kitabın öğretisini nüfus edemesem de okumak büyük bir derya deniz.Anlayana ufuk iştahını doyurabilecek o kadar çok balık var ki..Yine de beni çok etkiledi diyebilirim bu kitap beni.Konu itibariyle 9.yüzyılın İrlandalı keşişi Lupelius'un Tanrılar Okulu isimli yazmasını aramaya "Dreamer" tarafından görevlendirilen iş adamı&akademisyen kahramanımızın zihninde çıktığı yolculuğu olan Tanrılar Okulu bundan çok daha fazlası elbette.
Kimilerine göre kendi açtığı şu an halen daha faaliyette olan European School of Economics'in çok iyi bir reklam ve pazarlama tekniği olarak düşünülse de ben kitabın öğretilerini derinlemesine işlemek istiyorum.Kitap stoik felsefeyle bir nevi örtüşse de tam olarak aynısı değil kesinlikle.İki öğretinin ayrım gösterdiği çok keskin bir çizgi var.Stoikler doğayla uyum içinde yaşamanın mutluluğu getirdiğini savunur.Yani bizim için çizilmiş bir kader vardır ve biz bunu tevekkülle kabul etmeliyiz.Karşı çıkmadığımız ve buna uygun yaşadığımız sürece mutluyuz,der.Lupelius'un Tanrılar Okulu öğretisi ise tamamen "düş" üzerine kuruludur.Dreamer burada ana kahraman olarak karşımıza çıkıyor.İsimsiz iş adamımızı bu konuda eğitiyor ve tüm insanlığı eğitmek adına da bir dünya okulu kurdurtmayı amaçlıyor.Dreamer'a göre var olan tek gerçek şey kişinin kendisidir.Yani benim,yani sensin.Benim için dünya benim gerçekliğimin yansıması.Ben düşlerim,düşlerim gerçeğe benim dışımdaki insanlar,varlıklar,cisimler,ev,ağaç,soba,yemek,tiyatro,müzik olarak geri döner.Yani her şey bizim elimizdedir.Tamamen onu nasıl ve ne şekilde istediğimizle ilgili..Biz hayatın bizim istediklerimizi veremeyeceği "olumsuzluğunu" bilinçaltımızdan otomatik olarak kabul ettiğimizden dolayı olaylar bu şekilde gelişiyor diyor.Stoiklerle benzeştikleri nokta ise bağımlılıklardan kurtulmak..İlk stoik Kıbrıslı Zenon'un dağlara çıkıp malı mülkü terk etmesi ve tüm materyal bağlardan sıyrılmamızı istediği gibi;Dreamer da bizden seks,uyku,yemek dahil tüm bağımlılıklardan kurtulup özgür bir beden ve ruh haline gelmemizin mümkün olabileceğini savunur.Bunu başarır da.Yemeksiz,uykusuz yaşar.Kahramanımız için bunu gerçekleştirmek elbette ki kolay olmayacaktır.Düşünün ki biri sizin "sevdiğiniz" ama kıskacından kurtulamadığınız tüm bu bağımlılıkları elinizden alıyor. Yemek,uyku,seks olmadan hayat neye yarar ki dediğinizi duyar gibiyim..İşte bu noktada düşünce gücü ve onun zihnimizi,ruhumuzu tatmin etmesi ortaya çıkıyor ki bu bilgi zaafiyetiyle karşı karşıya kalışımız,gülünesi günübirlik zevklerimizin ve coşkularımızla başbaşa kaldığımız yalan dünyalarımız gün yüzüne çıkıyor.Bir insanın istediğinde neler başarabileceğini,içinde bu potansiyele tamamen sahip olduğunu,en dibe batmadan yükselişe geçilemeyeceğini ve dahası azimle "insanoğlu" denen kutsal varlığın tüm evrenin gizini bir topaç gibi döndürebileceğini anlıyoruz Tanrılar Okuluyla.Bazı "tesadüfler" artık "Hadi canım!" dedirtse de ciddi anlamda zihninizi yoracak bir kitap.Fikir vermesi açısından altını çizdiğim birkaç pasajı aşağıda yazıyorum.

iyi okumalar :)
Her insan yeniden doğmadan önce,mutlaka ölmelidir.
Beklenilmeyen,her zaman uzun bir hazırlık dönemi gerektirir.
Geleceği bilmek istiyor musun,o halde kendini bil!
Kendisini,öz benliğini,kendi düşüncelerini,ön yargılarını ve duygularını bilen kişi,geleceğini de bilmektedir.Çünkü düşündüğümüz her şey yaşadığımız dünyayla bağlantılıdır,ruh durumumuz kendi kaderimizdir.
Yaşamı seçebilmek için ölümün yenilmez olmadığı fikrini seçmemiz gerekir.
Hep aynı şeyleri yaşıyorsun,çünkü sende hiçbir şey değişmiyor.Benzer benzeri çeker.
En yüce zafer "kişinin kendisini"yenmesi idi.Hiçbir dış olayın ya da koşulun kendi içinde yaralar açmasına ya da benliğini karalamasına olanak vermemekti.Lupelius öğrencilerini, en zor koşullarda bile sessizliklerini ve dinginliklerini korumak üzere eğitmişti.
Fiziksel ölüm,her gün içimizde gerçekleşen milyonlarca ölümün maddeye dönüşen görüntüsüdür.

Modaya İlham Veren Kadınlar

Bildiğiniz gibi İstanbul Fashion Week tüm ihtişamının ardından sona erdi.Modelleri,izleyicilerinin yanı sıra Anna Beatriz'in  Cengiz Abazoğlu imzalı adL defilesinde yer almasından tutun da Mick Jagger'ın kızı Elizabeth Jagger'ın Atıl Kutoğlu defilesindeki performansına kadar birçok sebeple adından sıkça söz ettirdi.

İşte benim için de bir gurur kaynağı olan IFW'nin Beyoğlu Odakule/Tepebaşı stüdyolarında gerçekleşen defilelerinden hafızamda en çok yer eden karelerden söz etmek istiyorum.Tüm yaratılarda olduğu gibi modaya da ilham kaynağı olan,tasarımcılarının yaratılarını ortaya çıkarmalarına esinlendikleri periler vardı elbette.Erol Albayrak'ın Afrika esintileri taşıyan defilesi,Tuvana Büyükçınar'ın Ciddiyet Parodisi gibi örneklerin yanında; iki defile vardı ki bunların ilham perileri beni derinden etkiledi:Simay Bülbül imzalı,1932 Dünya güzelimiz Keriman Halis Ece ve onun yaşam tarzı ve stilinden esinlenilmiş "Ece" Koleksiyonu defilesi ve Gamze Saraçoğlu'nun dağcı Wanda Rutkiewicz'den esinlendiği Kuzey Yamacı defilesi.



Modaya böylesine ilham vermiş; gerek yaşamı gerekse içinde bulunduğu zaman dilimi bakımından çok etkileyici bulduğum Keriman Halis Ece'den bahsetmek istiyorum sizlere. Güzellik yarışmalarının ülkemizde pek de ciddiye alınmadığı hatta ve hatta alay konusu edildiği zamanlar 1930'lar.. Ah burada artı bir parantez açmam gerekirse;1930'lar Cumhuriyet sonrası dönemin beni ne kadar etkilediğidir... Neyse efendim Cumhuriyet gazetesinin 3.kez tertiplediği Türkiye Güzellik yarışmasına katılan 7 hanımefendi'den biri olur Keriman Halis Hanım.Bu da yetmez 1932'de Belçika'da düzenlenen Dünya Güzellik Yarışmasında Kainat Güzeli seçilerek bugün bile bizim yüreklerimizi gururla çarptırır.

Peki Kimdir Bu Keriman Halis Hanım ?
 Keriman Halis Ece, zamanın meşhur tüccarlarından olan ve Hızır adı verilen yangın söndürme aletlerinin mümessili Tevfik Halis Bey ve Ferhunde Hanım'ın altı çocuğundan biridir. Bununla sınırlı değildir elbette.Piyano çalmasını pek iyi bilen,yemek yapmakta ve dikiş tutmakta usta,Fransızcası ziyadesiyle iyi,kültürlü,birikimli bir Çerkez kökenli Cumhuriyet kızıdır Keriman Halis Hanım..Bu da bize güzelliğin,onu kültürle bütünlemedikçe önemi olmadığını ve benim bayıldığım Cumhuriyet kadınının özelliklerini çok güzel gözler önüne seriyor.

Halis ile ilgili öne çıkan bir başka ayrıntı ise yarışma esnasında yanında kimsenin olmaması ve hıçkırıklar içinde Türk bayrağınu dikmesiydi.Türk kadınını böylesine iyi temsil etmesinin hemen ardından Atatürk'ün bu muazzam kadın hakkında söylediği sözlere de aşağıda yer veriyorum.

" ..Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz. fakat keriman, hepimizin işittiğimiz gibi söylemiştir ki, o bütün türk kızlarının en güzeli olmak iddiasında değildir. bu güzel türk kızımız ırkının kendi mevcudiyetinde tabiî olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklıdır."


Keriman Halis Ece 28 Ocak 2012'de yaşamını yitirdi.Geriyeyse ondan bize hepimizin her yılbaşında severek aldığımız adına ithaf edilmiş "Ece" ajandaları kaldı..Keriman Halis Ece'nin yaşamı ve 1930'ların atmosferiyle ilgili daha ayrtıntılı izlenim edinmek isteyenler için Simay Bülbül'ün "Ece" koleksiyonunun videosunun linki aşağıdadır.


http://www.youtube.com/watch?v=qqNyOZ5ebwk

Kuzeyin Kadını

Simay Bülbül'den sonra modaya ilham veren bir başka kadından bahsetmek istiyorum.Gamze Saraçoğlu'nun 2012-Sonbahar/Kış "Kuzey Yamacı" koleksiyonun ilham kaynağı Wanda Rutkiewicz. Kendisi Everest'e tırmanan üç dağcıdan biri.Hem de tek kadın.1992 yılında 8000 metrelik tırmanışında trajik bir şekilde yaşamını yitirdi.Eğer tamamlayabilseydi 14 tane 8000lik zirvenin hepsine tırmanabilmiş tek kadın olacaktı.Spor ile ilgisi kadar kendi özyaşam öyküsü de bir o kadar tüyler ürpertici Wanda'nın.İkinci dünya savaşı esnasında Polonya'ya göç eden bir ailenin kızı Wanda.Küçük yaşta ailesini kaybetmesiyle sarsılan bu güçlü kız kendini spora adamıştı adeta.Ama bir spor dalı vardı ki onda kendini bulmuştu.Dağlara tırmanmak..Hayatı boyunca tek aşık olduğu adamı gözleri önünde dağlara verebilecek kadar tutkundu.İşte doğaya ve spora böylesini kendini adamış kadının yine dağlarda sona eren trajik ve paradokslarla dolu yaşamını yansıtan Gamze Saraçoğlu'nun Kuzey Yamacı defilesinden görüntüler..







Bu iki efsanevi kadından sonra diğer defilelere de bir göz atmak isteyeceğinizi düşünüyorum.Sıradaki defilemiz Tuvana Büyükçınara ait.Ben onun Nişantaşı'ndaki a46'sını gezdiğim günden beri hastasıyım.Yine döktürmüş Tuvana'm.Gönül ister ki bir gün onun tasarladığı bir kıyafetle bir görüntü verebileyim bir Oscar töreninde kırmızı halı geçidinde :)









Erol Albayrak'ın Afrika esintilerini konsept edinmiş Serenay Sarıkaya'nın da yer aldığı defilesinden görüntülerse şu şekilde;








Atıl Kutoğlu ise daha suluboya esintileri taşıyan,uçuk ve metalik renklerin ağırlıkla yer bulduğu bir koleksiyon hazırlamış.Erkekler için hazırladığı tasarımlar da ilgi çekiciydi. Ve Atıl Kutoğlu'nun o çok ses getiren Elizabeth Jagger'ın da boy gösterdiği defileden görüntüler.






 Veee finali Cengiz Abazoğlunun adL için tasarladığı ve dünyaca ünlü model Anna Beatriz Barros'un nefes kesen performansının yer aldığı defileden görüntülerle yapıyorum. Haki ve zümrütü ağırlıklı tema olarak kullanmayı tercih etmiş Abazoğlu..




Bu kadar da sınırlı değildi elbette IFW.Zaten koskoca moda haftasını bir sayfaya sığdırmaya çalışmakla hata ederiz.Mesela Arzu Kaprol'un koleksiyonuna değinmeden geçemeyiz.Beste Gürel, Nihan Peker ve Tuba Benian'nın beraber hazırladıkları Karma1 butiğinin imzasını taşıyan koleksiyonlarından da.Tüm bunları trendyol'un sitesinde de bulabilirsiniz.Benim asıl anlatma amacını taşıdığım gözler önüne pek fazla serilmeye iki yüce kadının yaşam öykülerini anlatmak ve en çok göze çarpan ayrıntıları göstermekti.Umarım beğenmişsinizdir.:)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...